Türk sinemasının gerek teknik gerekse üslup/estetik bakımından en başarılı yönetmenleri arasında yer alan Ömer Kavur'un ilk uzun metraj filmi olan Yatık Emine, usta yazar Refik Halit Karay'ın filmle aynı ismi taşıyan uzun öyküsünün beyaz perdeye ustaca bir uyarlamasıdır.
Zaman olarak Osmanlı'nın son dönemlerinde geçen film, vilayette başına gelen bir takım talihsizlikler neticesinde "Fahişe" yaftası ile "mazbut!" bir Anadolu kasabasına sürülen alımlı ve "masum!" bir kadının (Necla Nazır) kasabalılar tarafından ötekileştirilmesini konu edinmektedir.
![]() |
Hey Dergisi'nde film hakkında çıkan bir yazı |
Yatık Emine'nin kasabaya getirildiği andan itibaren sözde ahlakçı kasaba toplumunun bir "fahişe" figürü olarak Emine'ye olan yaklaşımları, filmin sonundaki çözümlenme anına dek izleyiciyi oldukça rahatsız etmeyi başarıyor. Bu başarının önemli bir kısmı hikayenin kendisine yani Karay'a ait gibi görünse de çekim teknikleri olarak Ömer Kavur'un yapmış olduğu ustaca hamleler de bu hissin izleyiciye geçmesinde büyük rol oynuyor.
Aynı döneme ait diğer filmlerden alışık olmadığımız derecede ana karaktere yoğunlaşmış kesintisiz ve uzun sekanslar ana karakterin masumiyetini ve acılarını izleyiciye doğrudan işleme imkanı sağlıyor. Bir anlatıcı tarafından (karakterin kendisi de olabilir) geçmişe ait yaşananların aktarımı yapılmış, yahut karakterin başından geçen trajik olayların sahnelemesi gerçekleştirilmiş olsaydı eminiz ki karakterle izleyici arasındaki bu bağ bu kadar kuvvetli şekilde oluşmayacaktı.
--- Spoiler Alert ---
--- Spoiler Alert ---
Ömer Kavur bu ilk filminde dahice diyebileceğimiz bazı sahnelerle sinema severlere gelecek adına oldukça olumlu ve umut dolu sinyaller de vermiştir. Hapishanedeki yemek sahnesinde yatık Emine'nin aslında "fahişe" olduğunu öğrenen bir kadının hışımla yerinden kalkıp Emine'ye saldırdığı an ve balta ile kocasının boğazını kestiği anın içiçe geçirilmiş olması, bu sahnelerin tek bir sahnede verilmesi oldukça etkileyicidir.
Çekim tekniğinden bağımsız şekilde izleyiciyi derinden etkileyen sahnelerden bir diğeri ise hiç şüphesiz yatık Emine'ye filmde yapılan ilk tecavüz girişimi sahnesidir. Emine'nin herhangi bir "davetkar!" tutumu olmamasına karşın evinde kaldığı adam tarafından sadece "fahişe!" olduğu söylendiği için tecavüze uğraması; tecavüzcünün eşi ve komşuları tarafından Emine'nin darp edilmesi ile son bulmaktadır.
Filmde yer alan bu ve bunun gibi pek çok rahatsız edici sahnelerin sonuncusu ise filmin final sahnesinde nekrofili boyutu ile karşımıza çıkmaktadır. İki erkeğin Emine'ye tecavüz için gittikleri sahnede karşılaştıkları cansız beden sonucunda Emine'nin ölümüne değil de tecavüz edememiş olmalarına üzülmeleri; sonrasında ise içlerinden birinin Emine'nin ölüsüne dahi "yeni ölmüş, hala çok güzel" diyerek sahip olmaya çalışması tüyleri diken diken etmekte, izleyiciyi koltuğuna mıhlayarak filme son noktayı koymaktadır.
Film bittiğinde malesef çok önemli bir soru akıllara düşüyor. Refik Halit Karay'ın 1919 yılında çizmiş olduğu bu trajik toplum profilinin ve zihniyetinin aradan geçen 100 yıla rağmen olumlu yönde bir değişime uğradığını söylemek mümkün müdür? Sanırız ki hayır...
Film hakkında sinema yazarı Fatih Özgüven'in de oldukça hoşumuza giden bir yorumu şu şekildedir.
Türk sinemasının Batı sinemasıyla dirsek teması olan ilk yönetmeni Muhsin Ertuğrul’un da, sinemamızda uzun süre faaliyet göstermiş okullu ilk yönetmenimiz Ömer Kavur’un da “kadın meselesi” ile ilgilenen, aşılmamış birer film yapmaları tesadüf müdür? Kadın meselesi, Cumhuriyet dönemi kültür hayatımızda olduğu gibi sinemamızda da kendini dayatan “mesele”lerin ilklerindendir. Özellikle erkek yönetmenler bu mesele etrafında bazen oportünist bazen de vicdanlı bir biçimde dolanmışlardır. Kadın meselesi hem iç gıcıklayıcıdır, hem de iç acıtıcı. Tiyatrodan gelip 1910’lar ve 20’lerde İsveç ve Almanya’da aktör ve yönetmen olarak çalışan Muhsin Ertuğrul’un 1934 tarihli filmi Aysel, Bataklı Damın Kızı, Victor Sjöström’ün Tösen från Stormyrtorpet (1919) adlı melodramından uyarlamadır ve özellikle dönemin kırsalı anlatan Rus sinemasını, mesela Dovzhenko’nun kimi filmlerini andırır. Başrolde, erkeklerin insafına kalmış köylü kızı rolünde büyük başarı kazanan, o yıllar Türk sinemasının tek sarışın yıldızı, Marlene Dietrich’i Cahide Sonku var. Aysel,…’de sadece kadın meselesi üzerine gözlemler yoktur; toprak zenginleriyle köylüler, okumuş şehirli kadınlarla cahil köylü kızları, kaderini elinde tutabilmekle tutamamak arasındaki karşıtlıklar da vardır. Aysel,…, bu yönüyle bir “memleket filmi”dir de. Ömer Kavur’un sinema okulu IDHEC’den çıkar çıkmaz çektiği 1974 tarihli Yatık Emine ise Refik Halit Karay’ın Memleket Hikâyeleri kitabında yer alan aynı adlı öyküden uyarlama. Hikâye, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında fahişelik yüzünden Anadolu’nun ücra bir kasabasına sürülen Emine’nin son günlerini konu edinir.Yatık Emine Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme dönemine denk düşen bir kadın hikâyesi olduğu kadar, hem Bressonvari minimal anlatımıyla sinemamızda bir ilk, hem de yıllar sonra Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes’daki ödül töreninde adını koyacağı bir hissin, “tutkuyla sevilen yalnız ve güzel ülke”nin dolaylı ifadesidir belki de… Kadının, ülkenin-ulusun temsili olarak kullanılışının dokunaklı örneklerinden biri olan, uzaklarda yalnız bırakılmış bu karakterden yola çıkarak denebilir ki, “hepimiz hâlâ Yatık Emine’yiz, hepimiz bir taşrada sürgünüz…”
Film Hakkında Kaynaklar:
YouTube - Vikipedi - imdb - SinemaTürk - ekşisözlük