Türkiye'de Sinema
2 Kasım 2018 Cuma
29 Mart 2016 Salı
Karanlık Dünya (1952) - Metin Erksan
Sinema tarihimizin tiyatrocular dönemi olarak bilinen Ertuğrul (1922-1939) döneminde sinemasal moda Operet filmleri üzerineydi. Yoğun olarak mevcuttaki tiyatro oyunlarının sahneden sokağa çıkmadan beyaz perdeye aktarımı şeklinde ilerleyen bu ilk gelişim dönemini takip eden geçiş döneminde ise yeni bir trend doğuyordu: "tarihi filmler". 1950'li yıllara gelindiğinde çekilen pek çok tarihi film çeşitli yönetmenlerin elinden çıkıyor olsa da hiçbiri Muhsin Ertuğrul'un etkisinden tam olarak kurtulamamış, sinemaya yeni bir soluk getirememiştir.
Örneğin "Üçüncü Selim'in Gözdesi" (Vedat Ar), "Barbaros Hayrettin Paşa" (Baha Gelenbevi), "Cem Sultan" (Münir Hayri Egeli), "İstanbul'un Fethi" (Aydın Arakon) ve "Yavuz Sultan Selim Ağlıyor" (Sami Ayanoğlu) söz konusu dönemin belli başlı filmleri olarak öne çıkar. 1954'e kadar süren bu tür filmlerin değişmeyen oyuncuları da Cüneyt Gökçer, Sami Ayanoğlu ve Bülent Ufuk olmuştur.
Tarihsel film furyası alıp başını giderken 1952'de çeşitli açılardan üç yeni yönetmen dikkati çeker: Semih Evin (1920), Muharrem Gürses (1915) ve Metin Erksan (1929).
Köşe ve sinema yazıları yazarak sinemaya geçen Evin, hızlı çalışması, daha da öte aynı mekânlarda ve dekorlarda iç içe film çekmesi nedeniyle giderek tam bir piyasa rejisörü olacaktır. Nabza göre şerbet verme açısından Muharrem Gürses'in de Evin'den bir farkı yoktur. Ancak günün koşulları içinde halkın psikolojisini çok iyi bilen bir sinemacıdır. Bu iki yönetmen de tarihi filmler yerinde aile içi faciaları konu edinen melodram türünde örnekler ile halktan oldukça rağbet görmüşlerdir.
Bazı ortak özellikler taşıyan bu iki yönetmenden ayrılan ve Türk sinema tarihine tıpkı Lütfi Akad gibi yeni bir damga vuracak yönetmen ise Metin Erksan'dır. Onlardan çok daha gençtir. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü çıkışlı bir yönetmen olan Metin Erksan, bu arada da "Kamera" takma adıyla sinema eleştirileri yazmaktadır.
Âşık Veysel'in hayatı üzerine kurduğu "Karanlık Dünya", Erksan'ın ilk film denemesi olmasına karşılık ilginçtir. Türk sinemasında "ilk gerçekçi köy filmi" olarak dikkati çeker. Erksan bu gerçekçi çizgiyi "Yılanların Öcü'yle (1962) ve 1964 Berlin Film Şenliği'nde "en iyi film" seçilen Altın Ayı ödüllü "Susuz Yaz’la sürdürecektir.
Metin Erksan'ın Karanlık Dünya filmi eksiksiz temiz bir kayıt şekilde ne yazık ki bulunamamaktadır. Bunun sebebi ise dönemin sansür kurulu tarafından oldukça kırpılmış ve kısaltılmış olmasıdır. Yukarıdaki film kaydı da sansür kesintilerinin çıkarılmış kısa versiyonudur. Ses kalitesi oldukça düşük olsa da ve filmin yarısına yakın kısmında ses kaybı yaşansa da sinema tarihimiz için önemli bir mihenk taşı olan bu filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ederiz.
Filmin Önemli Detayları:
1. İlk gerçekçi köy filmi olması.
2. Metin Erksan'ın ilk filmi olması.
3. Ünlü halk ozanımız Aşık Veysel'in hayatını anlatan filmin senaryosunun önemli sanatçılarımızdan Bedri Rahmi Eyüboğlu tarafından yazılmış olması.
4. Atatürk'ün vefatından bahsedilen 1938 yılına ait bölümde yas ve cenaze görüntülerini içermesi ile o döneme tanıklık etmemize olanak sağlıyor olması.
5. Filmin son kısmında yer alan ve 1953 yılı şeklinde bahsedilen görüntülerde köylerdeki modern tarıma geçiş süreci ile modern eğitim ve sağlık sistemine kavuşma sürecine dair belgesel niteliğinde ve tadında bir bölüm yer alması.
Film Hakkında Kaynaklar:
YouTube - imdb - SinemaTürk - ekşisözlük
3 Ocak 2015 Cumartesi
Yatık Emine (1974) - Ömer Kavur
Türk sinemasının gerek teknik gerekse üslup/estetik bakımından en başarılı yönetmenleri arasında yer alan Ömer Kavur'un ilk uzun metraj filmi olan Yatık Emine, usta yazar Refik Halit Karay'ın filmle aynı ismi taşıyan uzun öyküsünün beyaz perdeye ustaca bir uyarlamasıdır.
Zaman olarak Osmanlı'nın son dönemlerinde geçen film, vilayette başına gelen bir takım talihsizlikler neticesinde "Fahişe" yaftası ile "mazbut!" bir Anadolu kasabasına sürülen alımlı ve "masum!" bir kadının (Necla Nazır) kasabalılar tarafından ötekileştirilmesini konu edinmektedir.
![]() |
Hey Dergisi'nde film hakkında çıkan bir yazı |
Yatık Emine'nin kasabaya getirildiği andan itibaren sözde ahlakçı kasaba toplumunun bir "fahişe" figürü olarak Emine'ye olan yaklaşımları, filmin sonundaki çözümlenme anına dek izleyiciyi oldukça rahatsız etmeyi başarıyor. Bu başarının önemli bir kısmı hikayenin kendisine yani Karay'a ait gibi görünse de çekim teknikleri olarak Ömer Kavur'un yapmış olduğu ustaca hamleler de bu hissin izleyiciye geçmesinde büyük rol oynuyor.
Aynı döneme ait diğer filmlerden alışık olmadığımız derecede ana karaktere yoğunlaşmış kesintisiz ve uzun sekanslar ana karakterin masumiyetini ve acılarını izleyiciye doğrudan işleme imkanı sağlıyor. Bir anlatıcı tarafından (karakterin kendisi de olabilir) geçmişe ait yaşananların aktarımı yapılmış, yahut karakterin başından geçen trajik olayların sahnelemesi gerçekleştirilmiş olsaydı eminiz ki karakterle izleyici arasındaki bu bağ bu kadar kuvvetli şekilde oluşmayacaktı.
--- Spoiler Alert ---
--- Spoiler Alert ---
Ömer Kavur bu ilk filminde dahice diyebileceğimiz bazı sahnelerle sinema severlere gelecek adına oldukça olumlu ve umut dolu sinyaller de vermiştir. Hapishanedeki yemek sahnesinde yatık Emine'nin aslında "fahişe" olduğunu öğrenen bir kadının hışımla yerinden kalkıp Emine'ye saldırdığı an ve balta ile kocasının boğazını kestiği anın içiçe geçirilmiş olması, bu sahnelerin tek bir sahnede verilmesi oldukça etkileyicidir.
Çekim tekniğinden bağımsız şekilde izleyiciyi derinden etkileyen sahnelerden bir diğeri ise hiç şüphesiz yatık Emine'ye filmde yapılan ilk tecavüz girişimi sahnesidir. Emine'nin herhangi bir "davetkar!" tutumu olmamasına karşın evinde kaldığı adam tarafından sadece "fahişe!" olduğu söylendiği için tecavüze uğraması; tecavüzcünün eşi ve komşuları tarafından Emine'nin darp edilmesi ile son bulmaktadır.
Filmde yer alan bu ve bunun gibi pek çok rahatsız edici sahnelerin sonuncusu ise filmin final sahnesinde nekrofili boyutu ile karşımıza çıkmaktadır. İki erkeğin Emine'ye tecavüz için gittikleri sahnede karşılaştıkları cansız beden sonucunda Emine'nin ölümüne değil de tecavüz edememiş olmalarına üzülmeleri; sonrasında ise içlerinden birinin Emine'nin ölüsüne dahi "yeni ölmüş, hala çok güzel" diyerek sahip olmaya çalışması tüyleri diken diken etmekte, izleyiciyi koltuğuna mıhlayarak filme son noktayı koymaktadır.
Film bittiğinde malesef çok önemli bir soru akıllara düşüyor. Refik Halit Karay'ın 1919 yılında çizmiş olduğu bu trajik toplum profilinin ve zihniyetinin aradan geçen 100 yıla rağmen olumlu yönde bir değişime uğradığını söylemek mümkün müdür? Sanırız ki hayır...
Film hakkında sinema yazarı Fatih Özgüven'in de oldukça hoşumuza giden bir yorumu şu şekildedir.
Türk sinemasının Batı sinemasıyla dirsek teması olan ilk yönetmeni Muhsin Ertuğrul’un da, sinemamızda uzun süre faaliyet göstermiş okullu ilk yönetmenimiz Ömer Kavur’un da “kadın meselesi” ile ilgilenen, aşılmamış birer film yapmaları tesadüf müdür? Kadın meselesi, Cumhuriyet dönemi kültür hayatımızda olduğu gibi sinemamızda da kendini dayatan “mesele”lerin ilklerindendir. Özellikle erkek yönetmenler bu mesele etrafında bazen oportünist bazen de vicdanlı bir biçimde dolanmışlardır. Kadın meselesi hem iç gıcıklayıcıdır, hem de iç acıtıcı. Tiyatrodan gelip 1910’lar ve 20’lerde İsveç ve Almanya’da aktör ve yönetmen olarak çalışan Muhsin Ertuğrul’un 1934 tarihli filmi Aysel, Bataklı Damın Kızı, Victor Sjöström’ün Tösen från Stormyrtorpet (1919) adlı melodramından uyarlamadır ve özellikle dönemin kırsalı anlatan Rus sinemasını, mesela Dovzhenko’nun kimi filmlerini andırır. Başrolde, erkeklerin insafına kalmış köylü kızı rolünde büyük başarı kazanan, o yıllar Türk sinemasının tek sarışın yıldızı, Marlene Dietrich’i Cahide Sonku var. Aysel,…’de sadece kadın meselesi üzerine gözlemler yoktur; toprak zenginleriyle köylüler, okumuş şehirli kadınlarla cahil köylü kızları, kaderini elinde tutabilmekle tutamamak arasındaki karşıtlıklar da vardır. Aysel,…, bu yönüyle bir “memleket filmi”dir de. Ömer Kavur’un sinema okulu IDHEC’den çıkar çıkmaz çektiği 1974 tarihli Yatık Emine ise Refik Halit Karay’ın Memleket Hikâyeleri kitabında yer alan aynı adlı öyküden uyarlama. Hikâye, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında fahişelik yüzünden Anadolu’nun ücra bir kasabasına sürülen Emine’nin son günlerini konu edinir.Yatık Emine Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme dönemine denk düşen bir kadın hikâyesi olduğu kadar, hem Bressonvari minimal anlatımıyla sinemamızda bir ilk, hem de yıllar sonra Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes’daki ödül töreninde adını koyacağı bir hissin, “tutkuyla sevilen yalnız ve güzel ülke”nin dolaylı ifadesidir belki de… Kadının, ülkenin-ulusun temsili olarak kullanılışının dokunaklı örneklerinden biri olan, uzaklarda yalnız bırakılmış bu karakterden yola çıkarak denebilir ki, “hepimiz hâlâ Yatık Emine’yiz, hepimiz bir taşrada sürgünüz…”
Film Hakkında Kaynaklar:
YouTube - Vikipedi - imdb - SinemaTürk - ekşisözlük
20 Aralık 2014 Cumartesi
100 İllüstrasyonla Türk Sinemasının 100. Yılı
Türkiye'de sinemanın 100.yılı olması sebebiyle yıl içerisinde farklı alanlarda çeşitli çalışmalar yapıldı. Bu kapsamda atılan adımları pek yeterli bulmasak da, açılan her serginin, yapılan her çalışmanın Türk sinemasının hafızasına çok ciddi katkılarda bulunduğu gerçeğini de yadsıyamayız.
Bu işler içerisinde belki de en keyiflilerinden biri Bant Mag’in küratörlüğünde, 51. Antalya Altın Portakal Film Festivali kapsamında gerçekleşen "100 İllüstrasyonla Türk Sinemasının 100.Yılı (100 Years of Turkish Cinema Through 100 Illustrations)" sergisi oldu.
Yirmi farklı illüstratörün beşer eseriyle katıldığı sergi 12 Ocak 2015 tarihine kadar Ankara CerModern'de sinemaseverlerle buluşuyor. En kısa sürede sergiyi İstanbul'a da bekliyoruz ve sergi kataloğunu her sinemaseverin mutlaka temin ederek kitaplığında baş köşeye yerleştirmesini öneriyoruz.
Sergide emeği geçen ve her biri ayrı ayrı takip edilesi illüstratörler:
Gökhan Akbaba
Saydan Akşit
Aykut Aydoğdu
Ezgi Beyazıt
Ethem Onur Bilgiç
Furkan Birgün
Vardal Caniş
Can Çetinkaya
Berkay Dağlar
Burak Dak
Sedat Girgin
Sadi Güran
Mark Hale
Murat Palta
Naz Tansel
Asuman Tanyaş
Duygu Topçu
Mert Tügen
Ada Tuncer
Mehmet Uluşahin
Saydan Akşit
Aykut Aydoğdu
Ezgi Beyazıt
Ethem Onur Bilgiç
Furkan Birgün
Vardal Caniş
Can Çetinkaya
Berkay Dağlar
Burak Dak
Sedat Girgin
Sadi Güran
Mark Hale
Murat Palta
Naz Tansel
Asuman Tanyaş
Duygu Topçu
Mert Tügen
Ada Tuncer
Mehmet Uluşahin
Eserler
![]() |
Açlık - 1974 |
![]() |
Adı Vasfiye - 1985 |
![]() |
Ah Güzel İstanbul - 1966 |
![]() |
Askerin Dönüşü - 1974 |
![]() |
Babam ve Oğlum - 2005 |
![]() |
Babamın Sesi - 2012 |
![]() |
Bal - 2009 |
![]() |
Beklenen Şarkı - 1959 |
![]() |
Bereketli Topraklar Üzerinde - 1979 |
![]() |
Beş Vakit - 2006 |
![]() |
Bir Zamanlar Anadolu'da - 2011 |
![]() |
Dönüş - 1972 |
![]() |
Düğün - 1973 |
![]() |
Eşkıya - 1996 |
![]() |
Gece Yolculuğu - 1987 |
![]() |
Gelin - 1973 |
![]() |
Gülen Gözler - 1977 |
![]() |
Güneşe Yolculuk - 1999 |
![]() |
Hafize Ana (Hababam Sınıfı) - 1975 |
![]() |
Hakkari'de Bir Mevsim - 1983 |
![]() |
İklimler - 2006 |
![]() |
Kader - 2006 |
![]() |
Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak - 2004 |
![]() |
Kibar Feyzo - 1978 |
![]() |
Kış Uykusu - 2014 |
![]() |
Mayıs Sıkıntısı - 1999 |
![]() |
Muhsin Bey - 1987 |
![]() |
Neşeli Günler - 1978 |
![]() |
Selamsız Bandosu - 1987 |
![]() |
Selvi Boylum Al Yazmalım - 1978 |
![]() |
Sevmek Zamanı - 1965 |
![]() |
Son Kuşlar - 1965 |
![]() |
Susuz Yaz - 1963 |
![]() |
Sürü - 1979 |
![]() |
Süt Kardeşler - 1976 |
![]() |
Tosun Paşa - 1976 |
![]() |
Uçurtmayı Vurmasınlar - 1989 |
![]() |
Uzak - 2002 |
![]() |
Üç Tekerlekli Bisiklet - 1962 |
![]() |
Vavien - 2009 |
![]() |
Vesikalı Yarim - 1968 |
![]() |
Vurun Kahpeye - 1949 |
![]() |
Yalnızlar Rıhtımı - 1959 |
![]() |
Yılanı Öldürseler - 1981 |
![]() |
Yılanların Öcü - 1962 |
![]() |
Yol - 1982 |
![]() |
Yusuf ile Kenan - 1977 |
14 Aralık 2014 Pazar
Sponeck Birahanesi - Pera'da İlk Gösterim
Auguste ve Louis Lumière Kardeşler 28 Aralık 1895 tarihinde Paris’te Capucines Bulvarı’ndaki Grand Café’nin alt katında bulunan Salon des Indiens'de düzenledikleri gösteri ile sinematograf (cinématographe) adını verdikleri yeni icatlarını halka tanıttılar.
![]() |
Auguste ve Louis Lumière Kardeşler |
Bu tarihten bir yıl sonra, benzer bir gösteri, aynı filmler ile İstiklal Caddesi (Grand Rue de Pera) numara 246’daki Sponeck Birahanesi’nde gerçekleştirilmiş ve İstanbul halkı sinema ile ilk kez burada tanışmıştır.
Rekin Teksoy'un Sinema Tarihi kitabına göre Galatasaray Lisesi'nin karşısındaki bu birahanede gerçekleştirilen ilk sinema gösterimini, Fransız Pathé Yapımevi'nin İstanbul temsilciliğini yapmakta olan Romanya uyruklu Polonya Yahudisi Sigmund Weinberg organize etmiştir. Ancak bu konuda çelişkili başka bilgiler de mevcuttur. Gazeteci ve sinema yazarı Burçak Evren, "Sigmund Weinberg: Sinemayı Türkiye'ye Getiren Adam" yazısında, Sponeck'teki sinematograf gösterisini Weinberg'in değil, Henry adında Fransız bir sinemacının düzenlediğini belirtmektedir.
![]() |
Sigmund Weinberg |
İstanbul’da yayınlanan en uzun ömürlü İngilizce gazete olan The Levant Herald gazetesinin 12 Aralık 1896 tarihli sayısında Osmanlıca ve Fransızca olarak yayımlanan bir ilanda, yapılacak gösteriyle ilgili şunlar yazmaktadır:
“Beyoğlu’nda Galatasaray karşısında İsponek [Sponeck] salonunda İstanbul’da birinci defa olarak Paris ve bütün Avrupa’nın mazhar-ı takdiri olmuş olan canlı fotoğraf lubiyyatı [eğlencesi] her akşam icra olunur.”
İlanın Fransızca bölümünde ise gösterinin her akşam 5.30 – 6.30 – 8.30 ve 9.30’da yapılacağı, Pazar ve Cuma günleri ise matine yapılacağı belirtiliyordu.
![]() |
Sponeck'teki İlk Gösterimin İlanı |
Sponeck’teki ilk gösteriyi izleyenler arasında o tarihte 8-9 yaşlarında olan Ercüment Ekrem Talu ile ağabeyi Nejat da bulunmaktadır. Ekrem Talu, yıllar sonra kaleme alacağı “İstanbul’da İlk Sinema ve Gramofon” başlıklı yazısında bu olayı şöyle anlatır:
“ Çocuktum, sekiz-dokuz yaşlarında vardım. Tam tarihini söyleyemeyeceğim ama, sanırım 1896-97 yıllarıydı. Bir cumartesi günü, rahmetli ağabeyim Nejat'la birlikte okuldan çıktık. Cihangir'deki evimize gidecektik. Yatılı olmayan arkadaşlarımızdan birisi, 'Duydunuz mu?' dedi. 'Şurada Sponek'in salonunda bugün sinematograf göstereceklermiş. İlginç bir şeymiş diyorlar, yeni bulunmuş... Fotoğrafın canlısı gibi bir şeymiş'. Ağabeyimle ben, çocuk bizimle alay ediyor sandık, ama o içtenlikle konuşuyordu. 'Saat 4'te başlıyormuş, ben gideceğim' diye sözünü tamamladı.”
“ Sponeck, tramvayın Galatasaray dönemecinde, şimdi bir barın işgali altında bulunan, o vaktin maruf birahanesi idi. Kapıdan onar kuruş, o vakit için mühim para, duhuliye vererek içeriye girdik. Karşımızda bir buçuk kare metrelik bir beyaz perde duruyordu. Derken ortalık birdenbire karardı. Zifiri karanlık içinde kaldık korktuk. Perdenin önüne gelen bir şahıs bu karartının lüzumunu izah etti. Ve hemen onun arkasından gösteri başladı. Avrupa’nın bir yerinde bir istasyon. Bacasından fosur fosur kara dumanlar savuran bir lokomotif, peşine takılı vagonlarla duruyor. Rıhtım üzerinde telaşlı telaşlı insanlar gidip geliyor. Tren kalktı. Bittabi sessiz sedasız. Aman yarabbi! Üstümüze doğru geliyor. Zindan gibi salonun içinde kımıldanmalar oldu. Trenin perdeden fırlayıp seyircileri çiğnemesinden korkanlar ihtiyaten yerlerini terk ettiler galiba. Haniya ben de korkmadım değil. İki dakika ara verdiler. Bu sefer bir boğa güreşi seyrediyoruz. Azılı hayvanlar perdede üstümüze doğru seğirttikçe yüreğimiz ağzımıza geliyor. Bu film daha yaman, onu önceden göstermiş olsalardı, salonda kimsecikler kalmazdı. Tren bizi sinematografa alıştırmış oldu.”
Sponeck Birahanesi’ndeki ilk gösteriyi izleyenler de, Grand Cafe’de olduğu gibi, perdeye yansıyan hareketli görüntüler karşısında şaşkınlıklarını gizleyemediler. Bu olay kısa sürede kulaktan kulağa yayıldı. Ekrem Talu ilgili yazısında bu durumu şu şekilde ifade etmektedir:
![]() |
Ercüment Ekrem Talû |
“ Bütün gösteri, yarım saat sürdü. Seans, geceye de birkaç kez yinelenecekti. Çıktık. Fennin bu buluşunu birbirimize anlatmaya, çözümlemeye çalışıyorduk. Aklımız bir türlü erinmiyordu. İstanbul halkının çoğunluğu da bu konuyu konuşuyordu. Kimi, bu sihirli buluşu günah sayıyor; kimi, gidip gördüğünden ötürü tövbe edip, Tanrı'ya bağışlanmasını yakarıyordu. İşte sinema, sinematograf adıyla İstanbul'a ilk böyle geldi.”
Sponeck’teki sinematograf gösterileri ilk gösterimin ardından yaklaşık iki ay süresince devam etmiştir. Pera (Beyoğlu) azınlık ve gayrimüslim nüfusun çoğunlukta olduğu bir muhit olduğu için sinematograf gösterilerine iştirak edenlerin çoğunluğunu da ilk zamanlarda bu kitle oluşturmuştur.
Sponeck Birahanesi, şu anki Hard Rock Cafe İstanbul'un olduğu binada, 1870-1903 yılları arasında hizmet vermiş ve sinema dışında çeşitli gösterimlere de ev sahipliği yapmıştır. İstanbul’a tam beş kez gelen Fransız illüzyon ustası Caseneuvede, 1893 yılında birahanenin bir bölümünü tiyatroya çevirmiş ve gösterilerinin bir kısmını uzun bir süre burada yapmıştır.
Sponeck Birahanesi, şu anki Hard Rock Cafe İstanbul'un olduğu binada, 1870-1903 yılları arasında hizmet vermiş ve sinema dışında çeşitli gösterimlere de ev sahipliği yapmıştır. İstanbul’a tam beş kez gelen Fransız illüzyon ustası Caseneuvede, 1893 yılında birahanenin bir bölümünü tiyatroya çevirmiş ve gösterilerinin bir kısmını uzun bir süre burada yapmıştır.
Türkiye'de Gösterilen İlk Sinema Filmi
Bir trenin La Ciotat garına varışı
(imdb) - (youtube)
Bu film Sponeck Birahanesi'nde "Şimendifer" adı ile gösterilmiştir.
1. Rekin Teksoy'un Türk Sineması
2. Türk Sineması Araştırmaları
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)